Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Öykü etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

koku (Öykü-Deneme)

Siz ayrılık nedir bilir misiniz? Bilmezsiniz tabi nereden bileceksiniz... Dinleyin, ben bir şeyler mırıldanayım size... Size eski bir hikâye anlatmayacağım çünkü üstünden yıllar geçmedi. Ben az önce ayrıldım sevdiğimden ve bir daha asla onunla bir arada olamayacağım. Hatamı mı soruyorsunuz? Aslında kötü bir insan değildim ben. Aksine kötü bir insan olsam bile ona karşı çok iyiydim. Nasıl iyi olmazdım ki. Onun yüzüne bakınca içinde kötülük falan kalmazdı insanın. Farklı bir güzelliği vardı onun. Hani çok dikkat çekmeyen güzelleri bilir misiniz? Heh işte öyleydi. Sanki yüzüne 2 saniye bakmasan güzelliğini anlayamayacakmışsın gibi. Deniz gibiydi onun yüzü ve derin bakmak lazımdı ona. Ne kadar derin bakarsan o kadar da boğulurdun o güzel denizde. O denizin bir de uzun, sırma gibi kıyıları vardı. Koyu renkti o kıyılar. Bir de topuz yaptığı zaman o kıyıları, sanki yüzüne ışık vururdu da farklı bir güzelliğe bürünürdü. Elleri vardı bir de. Güzel elleri... Ojeyi sevmezdim ama çok y

Üst İnsan (Öykü)

Sessizlik ve karanlık...  Göz bandının ardındaki gözleri karanlıktan başka bir şey göremiyordu. Elleri ve ayakları, yatağa bağlanmıştı. Nerede olduğunu ve buraya nasıl geldiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu fakat burnuna hiçte kötü kokular gelmiyordu, burası gayet temiz olmalıydı. En son hatırladığı şey ise; Güzel bir duş sonrası, televizyon karşısında uyuya kalmasıydı.  Nihayet uzaktan ayak sesleri duymaya başlamıştı ki, içeriye iki veya üç kişinin girdiğini anlamakta gecikmedi. Soğuk bir el, göz bandını açtığında bembeyaz bir oda içinde, karşısında iki insan olduğunu farkına vardı. İkisi de beyaz önlükler içinde, orta yaşlı, bakımlı insanlardı. Daha yaşlıca görüneni bir adım daha yaklaşarak, "Makmari'ye hoşgeldiniz, lütfen kendinizi rahat hissedin. Size yardım etmek için buradayız." Dedi. "Beni buraya neden ve nasıl getirdiniz? Benim burada ne işim var? Siz kimsiniz? Makmari de neyin nesi?" Adamın korktuğunu anlamak hiçte zor değildi ve hakl

Çocuk Ruhum (Öykü-Deneme)

Ben, insanların büyüdükçe ruhununda büyüdüğünü sanırdım. Çocuk olmanın, çocukça düşünmenin bir dönem sonra biteceğini ve birden kabumuğuzu kırıp ciddi, olgun bir insan olacağımızı sanırdım. Yaşımız ilerledikçe karşımıza çıkan hayat koşullarının bizi çocukluğumuzdan sıyıracağını ve olgunlaşıp ciddi düşünceler peşinde olacağımızı sanırdım. Ama yanılmışım... Çocuk olduğumuz zamanlarda saçma saçma oyunlar oynayıp, çocukça hisler taşırdık ruhumuzda. Ben daha o yaşlarda, büyüklerimin hep ciddi işler peşinde olduğunu düşünerek başladım bu yanılgıya. Büyüklerimiz, bizler gibi oyun oynamazlar, eğlenmezler, gezmezler ve ev geçindirirler... Sonrasında kendime sorardım: Acaba büyüdüğümüz zaman bu ruh halimiz değişecek mi? Ama büyüdükçe farkettim ki ruhum hâlâ çocuk. 22 yaşındayım ve çocukluğum ile bugün arasındaki tek fark oyuncaklarla oynamamak. Yine çikolata bağımlısıyım, bilgisayar oyunları oynuyorum, gelecek kaygım yok. Kıyafet almak beni mutlu ediyor ve en önemlisi çocukça şeyler düşünebiliy

İlk Görmeyişte Aşk (Öykü)

  Sahil kenarında bir bankta otururken o görmüştü kızı. Upuzun saçlarının gölgesinde minicik bir yüzü vardı. Kalemle çizilmiş gibi kaşlarının altında kocamanda gözleri, geceye ışık verecek güçteydi. Oğlan, yanından geçerken gözlerini kızın üzerinden alamamış ve bir an göz göze gelmişlerdi. Bir daha göremem korkusuyla evine kadar takip etmeyi düşünmüştü oğlan. Nitekim öyle de yaptı. İzmit'in kalabalık caddesi olan Fethiye caddesine girdiklerinde kızı gözden kaçırır gibi olmuştu. Ama nihayet evini öğrenmişti. Ertesi gün, sabahtan akşama kadar evinin önünde dolanıp durmuştu ama kız çıkmamıştı. Neden çıkmamıştı, acaba kalabalıkta kızı karıştırmış olabilir miydi? Umudu kaybetmemek gerektiğini bekleyişinin üçüncü gününde anlamıştı: Evin iki girişi vardı, oğlanın beklediği yer arka tarafa açılan bahçe kapısıydı ve kız o gece babasından gizlice çıkıp girdiği için arka kapıyı kullanmıştı. Asıl kullandıkları evin ön tarafında bulunan kapıydı. İşte, salak olduğunu o zaman farketti

Hissizlik Hissi (Öykü)

Sıradan bir iş gününe benziyordu. Kulakları, her zamanki gibi etrafındaki insanların klavye takırtıları ve telefon sesleriyle uğulduyordu. Kafasını kaldırıp etrafına baktı. Küçük bir ofis... Karmaşık ve düzensiz yaklaşık on kadar masa. Bütün çalışanlara göz gezdirdi. Evet, gerçekten aynılardı. Hepsi beyaz bir gömlek giyip, saçma renklerde kravat takıyorlardı. Sanki hepsi birbirinin tekrarı gibiydi. Konuşma tonları, bakışları, yürüyüşleri bile birbirine benziyordu ve en önemlisi, gelirken duygularını evde bırakmış gibiydiler. Aslında onların da kendi dünyaları vardı. Kimisinin sevdiği, kimisinin çocukları, kimisinin geçindirmek zorunda olduğu ailesi vardı... Peki, bu insanlar kendi dünyalarından çıkıp geldiği halde nasıl oluyordu da burada aynı insana dönüşüyorlardı? Cep telefonun titreşimi, tüm bu düşüncelerden sıyrılmasını sağladı ve telefonu usulca kulağına götürdü... Telefonu kapattıktan sonra başını ellerinin arasına alıp bir müddet bekledi. Az önce telefondan aldığı haberi tekrar

Çocuk (Öykü)

"Hadi kalk geç kalacağız." Bu ses abisinin sesiydi. Saat sabahın üçüydü ve onlar için gün şimdiden başlıyordu. Çocuk hiç anlamazdı neden bu kadar erken kalktıklarını. Ne zaman sorsa abisine, geç kalırız cevabını alırdı her seferinde. Kalkıp hazırlanmaya başladı. "Kalın giyin dışarısı soğuk." Abisinin her sabah yaptığı tembihti bu. Sanki çok kıyafeti vardı da, kalın giyinmesi kaldı. Yola koyulduklarında, yediği ayazla kendine gelip, uykusunun açılmasına alışmıştı çocuk. Bir de karanlıktan korkmasa ne güzel olacaktı. Dönüşte bir de sabah ezanı okunması yok mu, iyice korkuyordu. Abisi olmasa hayatta yürüyemezdi bu yolu tek başına. Zaten başka da kimsesi yoktu ki abisinden başka. Soğuk içine işliyordu ama alışmıştı. Az kalmıştı zaten, hem belki abisi ona dünden kalma simit alırdı. Bayat olur ama lezzetine doyamazdı çocuk. Sonunda gelmişlerdi. Daha hava aydınlanmadan burasının neden bu kadar kalabalık olduğunu hiç anlamazdı çocuk. "Yanımdan ayrılma, elimi de bırakma

Büyük Birader'in Yıkılışı-2 (Öykü)

Ertesi gün Okyanusya, çok gürültülü bir sabaha uyanıyordu. Bütün sokaklar, hayvan doluydu; ellerinde pankartlar, dillerinde “Bütün insanlar ve hayvanlar eşittir.” Sloganları… Düşünce Polisine çok iş düşecekti belli ki. Zaten Napoleon’un istediği de buydu; Düşünce Polisinin gücünü zayıflatmak. Büyük Birader şaşkınlık ve panik içindeydi. Hayvanları bir an önce susturmalıydı yoksa bu kıvılcım insanlara da sıçrayabilirdi. Bütün sokaklara Düşünce Polislerini saldı ve hemen bir nefret haftası ilan edip hayvanlar üzerine nefret seansları düzenledi. İlk günler sakin geçse de, ilerleyen günlerde Düşünce Polisinin sabrı tükenmiş, şiddete başvurmaktan çekinmemeye başlamışlardı. Hayvanların da beklediği buydu ve günlerce sürmüştü bu kavga gürültü. Bir Düşünce Polisine dört hayvan ölüyordu fakat Napoleon için bu rakamlar gayet başarılıydı. Günler günleri kovaladıkça iki grubunda gücü azalıyordu. Fakat Napoleon’un özel eğittiği bir kaç hayvan, ormanlarda yeni fedakar örgüt elemanları topluyordu.

Büyük Birader'in Yıkılışı-1 '1984-Hayvan Çiftliği' (Öykü)

 Selamlar sevgili okurlar, yazıma hoşgeldiniz. George Orwell’ın 1984 ve Hayvan Çiftliği kitaplarını duymayan yoktur. Peki bu iki kitabı birleştirseydik nasıl bir sonuç çıkardı? Gelin beraber bakalım. 1984 kitabının büyük biraderinin, Hayvan Çiftliği kitabının hayvanları tarafından yıkılmasını konu alan eğlenceli bir öykü yazdım. Not: Sevdiğim kitaplar, hem aklımda kalsın hem de üzerinde düşünebilmek ve kendi hayal gücümü denemek adına, nihayetinde kendimi, yazı yazmakta da geliştirmek için ara sıra böyle öyküler yazıyorum. Başka bir niyetim yoktur. Öyleyse başlıyoruz... Bilindiği üzere insanlar ile anlaşmayı becermiş olan Napoleon (Domuz) önderliğinde ki hayvanlara artık çiftlikleri yetersiz kalacaktır ve liderleri Napoleon’un yeni bir planı vardır. Ertesi günü herkesi tekrar çiftliğe toplayıp bir konuşma yapar. Bu konuşmada; Artık kendi ülkemizin sahibi olma zamanının geldiğini, insanları yeryüzünden silip yeni dünyanın tek hakiminin hayvanlar olacağını ve yakında

Sevmek üzerine (Öykü)

 Karanlık odada baş başaydılar. Masada ki mumun kısık ışığı bile kızın güzelliğini göstermeye yetiyordu. Mum ışığına dalmış olan kıza bakarken tam da böyle düşünmüştü erkek. Kızın karanlıkta bile etkisini kaybetmeyen o tatlı yüzünde bir sıkıntı vardı belli ki. Oda da sessizlik hakimdi ve karşılıklı koltukta oturmuş, dışarıda yağan yağmurun sesini dinliyorlardı beraber. Kız, gözlerini mumdan ayırmadan “Bana bugüne kadar bir kere bile seni seviyorum demedin.” Dedi. Erkek bu söylenenlere her zaman hazırlıklıydı. “Seni seviyorum demek… Çok basit iki kelime. Herkes seviyorum diyebilir ama her şey seviyorum demekle olmuyor.” Oysa gerçekten seviyordu kızı ama bunu neden dile getirmiyordu? Şimdi gözlerini tam da erkeğin gözlerine diken kız, “Beni hep böyle laflarla geçiştirdiğinin farkında olmadığımı zannetme.” diyerek, gözlerini pencereye vuran yağmur damlalarına çevirdi. Ah, bu açıdan da ne kadar güzel olduğunu farkında mıydı acaba?   Erkek, bunu söylese de inanmayacağını bildiği için konuyu