Ertesi gün Okyanusya, çok gürültülü bir
sabaha uyanıyordu. Bütün sokaklar, hayvan doluydu; ellerinde pankartlar,
dillerinde “Bütün insanlar ve hayvanlar eşittir.” Sloganları… Düşünce Polisine
çok iş düşecekti belli ki. Zaten Napoleon’un istediği de buydu; Düşünce
Polisinin gücünü zayıflatmak.
Büyük Birader şaşkınlık ve panik içindeydi. Hayvanları bir an önce susturmalıydı yoksa bu kıvılcım insanlara da
sıçrayabilirdi. Bütün sokaklara Düşünce Polislerini saldı ve hemen bir nefret
haftası ilan edip hayvanlar üzerine nefret seansları düzenledi.
İlk günler sakin geçse de, ilerleyen
günlerde Düşünce Polisinin sabrı tükenmiş, şiddete başvurmaktan çekinmemeye
başlamışlardı. Hayvanların da beklediği buydu ve günlerce sürmüştü bu kavga gürültü. Bir Düşünce Polisine dört hayvan ölüyordu fakat Napoleon için bu
rakamlar gayet başarılıydı. Günler günleri kovaladıkça iki grubunda gücü
azalıyordu. Fakat Napoleon’un özel eğittiği bir kaç hayvan, ormanlarda yeni
fedakar örgüt elemanları topluyordu.
İki grubunda iyice tükendiği bir gün, bir
tele-ekran karşısında Napoleon, bir konuşma yaptı ve hayvanların insanlardan
aşağı kalmadığını, en az onlar kadar iş yapabileceğini ve Büyük Birader
hizmetinde çalışmak istediklerini dile getirmişti. Ancak bu şekilde sokakların
boşalacağını da ekleyerek konuşmayı bitirdi. Bu süreçte insanlar, nefret
haftası sayesinde hayvanlardan nefret ediyorlardı. Konuşmayı izleyen Büyük
Birader için aslında fena bir teklif sayılmazdı. Ne kadar çok işçi, o kadar çok
güç demekti. İnsandı veya hayvandı, ne farkederdi ki ona…
Napoleon’un planı takır takır işlemişti; Düşünce Polisi zayıflamış ve konuşması Büyük Birader’in kafasına yatmıştı. İkinci hayvan grubu da örgüte eklenmişti ve biraz daha güçlenmişlerdi. Nihayetinde Büyük Birader teklifi kabul etmiş ve hemen nefret seansları değiştirilip, hayvanları sevdirmek için programlar yapılmaya başlanmıştı. Artık sokaklar sakinleşmişti ve hayvanlar, insanların arasına karışmışlardı. Napoleon için planın en zor ve en son kısmı gelmişti. Sıra sessizce ve yavaş yavaş insanları uyandırmaya gelmişti. Hayvanlar artık ormanda toplanmıyorlardı, Napoleon’un üç habercisi; Okyanusya’nın dört bir yanında ki habercilerine, onlarda altındakilere ve onlar da bir altındakilere… İletişim böyle sağlanıyordu ve Düşünce Polisi toparlanmadan insanları uyandırmalıydı. Yeni plan habercilere iletilmişti. Çok kritik bir dönem başlamıştı; insanları tele-ekranın olmadığı yerlerde, özgürlük ve eşitlik vaat ederek kendi saflarına çekmek…
Günler geçtikçe hayvanlar gizlice çalışıyor ve insanları da yavaş yavaş kendi saflarına çekiyorlardı. Fakat bu hiçte kolay olmuyordu. Bazı insanlar, özgürlük vaadiyle kolayca inanabiliyordu fakat bazılarında bu iş oldukça zor oluyordu. Örgüt her geçen gün büyüyor ve güçleniyordu. İkna olan insanlarla bir daha iletişim kurulmuyor, sadece büyük planı beklemeleri söyleniyordu. Büyük Birader'e yakalanmamak için, konuşmalar sadece baş başayken ve tenha yerlerde oluyordu. Büyük Birader'in, hayvanları sevdirme çalışmaları, hayvanlar için büyük koz olmuştu.
Dışarıdan bakıldığı zaman, Büyük Birader'in otoritesini yıkmak zor görünüyordu fakat bunun için tek bir şey gerekliydi; İnsanları uyandırmak... İnsanlar çalışmayı kesip Büyük Birader'in üstüne yürüse, Büyük Birader ne yapabilirdi ki? Onun gücü insanlardı. Onlarda elinden alındığı zaman ise bir hiçti.
Aylar sonra insanların büyük bölümü uyanmıştı ve plan basitti. Düşünce Polislerini ortadan kaldırmak. Sevgi Bakanlığının olmadığı ve insanların hizmeti bıraktığı Okyanusya'da artık güçler değişecekti. Büyük gün geldiğinde özgür olmak isteyen insanlar, özgür olmak ve zincirlerini kırmak vaadiyle Sevgi Bakanlığına hücum etmiştiler. Sokaklar yine dolmuş ve günlerce süren ölüm kalım savaşı başlamıştı. Düşünce Polisleri her geçen gün düşüyordu. Hayvanlar ise sokaklarda "Hayvanlar ve insanlar eşittir." sloganlarıyla gösterilerini sürdürüyordu. Sevgi Bakanlığı cesetlerle doluyordu fakat insanlar özgür olmayı kafalarına koymuşlardı bir kere. Nihayetinde; günler süren bu mücadeleyi kazanmak, insanların üçte birini kaybetmesine bedel olmuştu fakat Napoleon için sorun yoktu. Sokaklar insan ve hayvan doluydu ve zafer kutlanıyordu. Zafer sonrası, Napoleon kürsüye çıkıp, etkili bir konuşma yaptıktan sonra, sıranın diğer bakanlıkları ortadan kaldırmak olduğunu söylemesiyle herkes örgüt yemini etmişti.
Günler sonra olmuştu işte, ortada hiçbir bakanlık kalmamış, karşı gelen herkesi öldürmüşlerdi. Büyük Birader diye bir şey kalmamıştı. Büyük zafer kutlanıyordu, insanlar örgütün başkanı Napoleon'a şükranlarını sunuyorlardı. Napoleon'un büyük kürsüsünde yaptığı konuşmasını tele-ekranlardan herkes izliyordu. Artık ögzür olduklarını ve özgürlüklerinin ellerinden alınmaması için çok çalışıp Okyanusya'yı geliştirmek gerektiğini söylüyordu. Bundan sonra ki planın, özgürlüklerini korumak adına, çalışmak olduğunu ve çalışma planını yakın zamanda duyuracağını söyleyip, örgüt marşlarını hep bir ağızdan söylenmesiyle konuşmasını bitirmişti. İnsanlar sevin çığlıklarıyla özgürlüklerini kutluyorlardı. Onlar uyandıklarını sanıyorlardı fakat hala uyuyorlardı...
Çok zaman geçmemişti ki tele-ekranlarda yeni bir slogan vardı: "Herkes eşittir, hayvanlar daha da eşittir."
Öykümün, bazı yerlerinde kopmalar veya saçmalıklar olsa da, önemli olan mesajın öykünün sonunda alındığını umuyorum. Tamamen eğlence amaçlı yazdığım bu öyküyü bu amaca göre değerlendirseniz mutlu olurum.
Saygılarımla.
Yorumlar
Yorum Gönder