Ana içeriğe atla

Büyük Birader'in Yıkılışı-2 (Öykü)


Ertesi gün Okyanusya, çok gürültülü bir sabaha uyanıyordu. Bütün sokaklar, hayvan doluydu; ellerinde pankartlar, dillerinde “Bütün insanlar ve hayvanlar eşittir.” Sloganları… Düşünce Polisine çok iş düşecekti belli ki. Zaten Napoleon’un istediği de buydu; Düşünce Polisinin gücünü zayıflatmak.

Büyük Birader şaşkınlık ve panik içindeydi. Hayvanları bir an önce susturmalıydı yoksa bu kıvılcım insanlara da sıçrayabilirdi. Bütün sokaklara Düşünce Polislerini saldı ve hemen bir nefret haftası ilan edip hayvanlar üzerine nefret seansları düzenledi.

İlk günler sakin geçse de, ilerleyen günlerde Düşünce Polisinin sabrı tükenmiş, şiddete başvurmaktan çekinmemeye başlamışlardı. Hayvanların da beklediği buydu ve günlerce sürmüştü bu kavga gürültü. Bir Düşünce Polisine dört hayvan ölüyordu fakat Napoleon için bu rakamlar gayet başarılıydı. Günler günleri kovaladıkça iki grubunda gücü azalıyordu. Fakat Napoleon’un özel eğittiği bir kaç hayvan, ormanlarda yeni fedakar örgüt elemanları topluyordu.

İki grubunda iyice tükendiği bir gün, bir tele-ekran karşısında Napoleon, bir konuşma yaptı ve hayvanların insanlardan aşağı kalmadığını, en az onlar kadar iş yapabileceğini ve Büyük Birader hizmetinde çalışmak istediklerini dile getirmişti. Ancak bu şekilde sokakların boşalacağını da ekleyerek konuşmayı bitirdi. Bu süreçte insanlar, nefret haftası sayesinde hayvanlardan nefret ediyorlardı. Konuşmayı izleyen Büyük Birader için aslında fena bir teklif sayılmazdı. Ne kadar çok işçi, o kadar çok güç demekti. İnsandı veya hayvandı, ne farkederdi ki ona…

Napoleon’un planı takır takır işlemişti; Düşünce Polisi zayıflamış ve konuşması Büyük Birader’in kafasına yatmıştı. İkinci hayvan grubu da örgüte eklenmişti ve biraz daha güçlenmişlerdi. Nihayetinde Büyük Birader teklifi kabul etmiş ve hemen nefret seansları değiştirilip, hayvanları sevdirmek için programlar yapılmaya başlanmıştı. Artık sokaklar sakinleşmişti ve hayvanlar, insanların arasına karışmışlardı. Napoleon için planın en zor ve en son kısmı gelmişti. Sıra sessizce ve yavaş yavaş insanları uyandırmaya gelmişti. Hayvanlar artık ormanda toplanmıyorlardı, Napoleon’un üç habercisi; Okyanusya’nın dört bir yanında ki habercilerine, onlarda altındakilere ve onlar da bir altındakilere… İletişim böyle sağlanıyordu ve Düşünce Polisi toparlanmadan insanları uyandırmalıydı. Yeni plan habercilere iletilmişti. Çok kritik bir dönem başlamıştı; insanları tele-ekranın olmadığı yerlerde, özgürlük ve eşitlik vaat ederek kendi saflarına çekmek…

Günler geçtikçe hayvanlar gizlice çalışıyor ve insanları da yavaş yavaş kendi saflarına çekiyorlardı. Fakat bu hiçte kolay olmuyordu. Bazı insanlar, özgürlük vaadiyle kolayca inanabiliyordu fakat bazılarında bu iş oldukça zor oluyordu. Örgüt her geçen gün büyüyor ve güçleniyordu. İkna olan insanlarla bir daha iletişim kurulmuyor, sadece büyük planı beklemeleri söyleniyordu. Büyük Birader'e yakalanmamak için, konuşmalar sadece baş başayken ve tenha yerlerde oluyordu. Büyük Birader'in, hayvanları sevdirme çalışmaları, hayvanlar için büyük koz olmuştu.

Dışarıdan bakıldığı zaman, Büyük Birader'in otoritesini yıkmak zor görünüyordu fakat bunun için tek bir şey gerekliydi; İnsanları uyandırmak... İnsanlar çalışmayı kesip Büyük Birader'in üstüne yürüse, Büyük Birader ne yapabilirdi ki? Onun gücü insanlardı. Onlarda elinden alındığı zaman ise bir hiçti.

Aylar sonra insanların büyük bölümü uyanmıştı ve plan basitti. Düşünce Polislerini ortadan kaldırmak. Sevgi Bakanlığının olmadığı ve insanların hizmeti bıraktığı Okyanusya'da artık güçler değişecekti. Büyük gün geldiğinde özgür olmak isteyen insanlar, özgür olmak ve zincirlerini kırmak vaadiyle Sevgi Bakanlığına hücum etmiştiler. Sokaklar yine dolmuş ve günlerce süren ölüm kalım savaşı başlamıştı. Düşünce Polisleri her geçen gün düşüyordu. Hayvanlar ise sokaklarda "Hayvanlar ve insanlar eşittir." sloganlarıyla gösterilerini sürdürüyordu. Sevgi Bakanlığı cesetlerle doluyordu fakat insanlar özgür olmayı kafalarına koymuşlardı bir kere. Nihayetinde; günler süren bu mücadeleyi kazanmak, insanların üçte birini kaybetmesine bedel olmuştu fakat Napoleon için sorun yoktu. Sokaklar insan ve hayvan doluydu ve zafer kutlanıyordu. Zafer sonrası, Napoleon kürsüye çıkıp, etkili bir konuşma yaptıktan sonra, sıranın diğer bakanlıkları ortadan kaldırmak olduğunu söylemesiyle herkes örgüt yemini etmişti. 

Günler sonra olmuştu işte, ortada hiçbir bakanlık kalmamış, karşı gelen herkesi öldürmüşlerdi. Büyük Birader diye bir şey kalmamıştı. Büyük zafer kutlanıyordu, insanlar örgütün başkanı Napoleon'a şükranlarını sunuyorlardı. Napoleon'un büyük kürsüsünde yaptığı konuşmasını tele-ekranlardan herkes izliyordu. Artık ögzür olduklarını ve özgürlüklerinin ellerinden alınmaması için çok çalışıp Okyanusya'yı geliştirmek gerektiğini söylüyordu. Bundan sonra ki planın, özgürlüklerini korumak adına, çalışmak olduğunu ve çalışma planını yakın zamanda duyuracağını söyleyip, örgüt marşlarını hep bir ağızdan söylenmesiyle konuşmasını bitirmişti. İnsanlar sevin çığlıklarıyla özgürlüklerini kutluyorlardı. Onlar uyandıklarını sanıyorlardı fakat hala uyuyorlardı...

Çok zaman geçmemişti ki tele-ekranlarda yeni bir slogan vardı: "Herkes eşittir, hayvanlar daha da eşittir."


Öykümün, bazı yerlerinde kopmalar veya saçmalıklar olsa da, önemli olan mesajın öykünün sonunda alındığını umuyorum. Tamamen eğlence amaçlı yazdığım bu öyküyü bu amaca göre değerlendirseniz mutlu olurum.

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAFKAOKUR DERGİSİ GENEL İNCELEME

  Bu incelemeyi Kafkaokur'un farklı, yaklaşık 10 dergisini okuduktan sonra yazıyorum. Dolayısıyla yazdıklarım derginin sadece bu sayısı adına değil, dergi hakkında genel bir incelemedir. 2021 yılında çokça edebiyat dergisi okuma hedefimin başlangıç dergisidir Kafkaokur. Kapaklarındaki sanatçıları anlatan yazıları gerçekten özenle hazırlanmış. Hakkını yiyemem. Kimi sayısını severek okudum, kimi sayısında vakit öldürdüm. Derginin editörü bir blog yazarı ve Kafka hayranıymış. Yayın hayatına büyük bir hevesle başladıkları belli. İlk sayılarıyla güzelde bir çıkış yakaladıktan sonra belli bir kitleye hitap etmeyi başarmışlar. Şimdi de pazarlama teknikleriyle dergiyi ayakta tuttuklarını düşünüyorum: Kapaktan sanatçıyı sakın kaldırma! Bundan birazdan bahsedeceğim. Derginin ilk sayıları -kim ne derse desin- gerçekten tatmin edici. Fakat sayılar ilerledikçe iş farklı bir boyuta ulaşmış: Derginin editörleri hayâllerini gerçekleştirdikten sonra iş ticarete mi döndü, monotonluğa mı sardı yoksa ...

Ayaz (1000kitap Öyküleri)

Yokuşun aşağısında genç bir kadın göründü. Burnu ve yanakları kızarmış, saçları dağılmış, nefes nefese kalmıştı. Sanki yokuşu tırmanmıyordu da Ankara'nın keskin ayazını bedeni ile yarıp ilerliyordu. İçinde kalbinin tam ortasında kaynayarak dalga dalga tüm vücuduna yayılan bir korkuyla, nemli ve iri kara gözleri arkasında kalan dar, karanlık sokağı tarıyordu. Bir eli montunun cebindeki biber gazını sımsıkı kavramıştı. Sokağın karanlık noktalarında bir görünüp bir kaybolan ve duraktan beri onu takip ettiğini düşündüğü adam şimdi görünmüyordu. Yokuşun ortalarına doğru Ankara ayazı artık ciğerlerine öyle bir doluyordu ki bu keskin soğuk ve korkudan dolayı midesi bulanıyordu. Bacakları yorgunluktan birbirine dolanırken bir anda bir el ağzını sertçe kapattı. Yüreği kuş gibi çırpındı. Yay gibi gerilen bedeni kaçmak için debelendi. Can havli ile bağırdı ama ağzını kapatan el öyle sıkıydı ki kulaklarının acıdığını hissetti. İnternette okuduğu haber geldi aklına. Haberde tecavüze uğrayan bir...

Benim Gözümden Atsız

Hüseyin Nihal Atsız'ı kuşkusuz hepiniz duymuşsunuzdur. Onun bende yeri çok farklıdır. Bu vesileyle ilk blog yazım ''benim gözümden Atsız'' olsun istedim. Toplumumuzda yazarlara önyargılı olmak ve bilmediği hâlde yazara çamur atmak gibi bir ata sporumuz var. Bu önyargılar sayesinde Atsız'ı tanıyamayan kitap okurlarımıza, onu kendi gözümden anlatmaya çalışacağım. •Küçük bir tavsiyeyle birlikte açılışı yapalım. Kitap okurları olarak hepimiz   doğal olarak farklı farklı yazarları okuyoruz. Şüphesiz her yazar, yaşadıklarını ve çevresinden etkilendiklerini kitaplarına yansıtır. Dolayısıyla onun çektiği acıları, aşkını, mutluluğunu ya da üzüntüsünü kitaplarında bulabilirsiniz. Tavsiyeme gelirsek; Kitabını okuduğunuz yazarın kendisini de tanırsanız çok daha farklı bir bakış açısıyla kitabı okursunuz. Bunun bende ki en büyük örneği Atsız'dır. Atsız'ın kitapları beni her zaman çok etkilemiştir. Eğer onu tanımasaydım bu kadar etkilenmezdim. Şim...