Ana içeriğe atla

İlk Görmeyişte Aşk (Öykü)

 
Sahil kenarında bir bankta otururken o görmüştü kızı. Upuzun saçlarının gölgesinde minicik bir yüzü vardı. Kalemle çizilmiş gibi kaşlarının altında kocamanda gözleri, geceye ışık verecek güçteydi. Oğlan, yanından geçerken gözlerini kızın üzerinden alamamış ve bir an göz göze gelmişlerdi. Bir daha göremem korkusuyla evine kadar takip etmeyi düşünmüştü oğlan. Nitekim öyle de yaptı. İzmit'in kalabalık caddesi olan Fethiye caddesine girdiklerinde kızı gözden kaçırır gibi olmuştu. Ama nihayet evini öğrenmişti. Ertesi gün, sabahtan akşama kadar evinin önünde dolanıp durmuştu ama kız çıkmamıştı. Neden çıkmamıştı, acaba kalabalıkta kızı karıştırmış olabilir miydi? Umudu kaybetmemek gerektiğini bekleyişinin üçüncü gününde anlamıştı: Evin iki girişi vardı, oğlanın beklediği yer arka tarafa açılan bahçe kapısıydı ve kız o gece babasından gizlice çıkıp girdiği için arka kapıyı kullanmıştı. Asıl kullandıkları evin ön tarafında bulunan kapıydı. İşte, salak olduğunu o zaman farketti oğlan.

Kız bu sefer ön kapıdan çıkmıştı ve yeniden takip başlamıştı. Saçları ne kadar da güzeldi. Geçen gece gördüğünde bu kadar uzun değildi, ya da geçen gece topluydu saçları. Belkide oğlan dikkat etmemişti. Gece gördüğünde, klasik giyinmişti ama şimdi tam tersi spor giyinmişti. Geceleri farklı, gündüzleri farklı giyiniyordu herhalde. Ne iş yapıyordu acaba? Oğlan bu düşünceler içinde kızı takip ederken karşısında iki polis buldu. Kız, bizim oğlan kadar salak değildi herhalde. Anlamıştı oğlanın takip ettiğini ve polise haber vermişti. O günü karakolda, polislere derdini anlatmakla geçirdi ve kızla daha tanışmadan eksiye düşmüştü.

Karakoldan çıktığında, oğlan için bu iş artık ölüm kalım meseleseydi. O bakışmaları gözünün önünden gitmiyordu ve her ulaşamadığı dakika daha da istiyordu kızla tanışmayı. Kızın evinin önünde bekleyemezdi. Acaba kız, oğlanın yüzünü görmüş müydü? Eğer görmediyse, bu olanlar olmamış gibi karşısına çıkıp konuşabilirdi. Oğlan artık, evinin önünde duramaz, takipte edemezdi. Aklında bir fikir vardı: Mahalleden bir çocuk bulup cebine harçlık koyarak, kızı gittiği yere kadar takip etmesini isteyecekti. Dolayısıyla kendini riske atmayacak ve çocukta dikkat çekmeyecekti. Kızın gittiği yeri öğrenip orada konuşacaktı. Nitekim öyle de oldu, bir çocuk buldu ve cebine harçlık koyarak gittiği yeri öğrenip geri gelmesini söyledi. Fakat çocuk geri gelmedi... Salaklıkta seviye atlıyordu oğlan. Sıkıntı çocuğun gelmemesinden ziyade bir araba adamın gelip bizim oğlanı pataklamasıydı. Çocuk, kızla aynı mahalleden olduğu için bizim oğlanı ispiyonlamıştı. Kafasızlığın sınırı olmadığını da o gün kafasına darbe alarak öğrenmişti. 

Yediği bu dayaktan günler sonra kendine geldiğinde fikri hâlâ değişmemişti. Belki ona ilk gün ulaşabilseydi bu kadar ısrarcı olmazdı ama ulaşamadıkça daha da hırs yapıyordu. Polislik olmuş, dayak yemişti. Daha ne olabilirdi ki? Bari kızın yüzünü görseydi... O geceden beri yakınına yaklaşamamış, yüzünü dahi görememişti. Eğer bir şeyler yapmazsa kızın yüzünü unutacaktı. Hayatının aşkını bulduğunu düşünüyordu ve bir şeyler yapmalıydı. Ona göre en güzel aşklar kavgayla başlardı ama yanlış düşünüyordu, onun ki dayakla başladı.

 Aklına güzel bir fikir gelmişti: Güzel bir çiçek alıp kurye kılığında kızın evine gidicek ve kıza çiçeği verecekti. Eğer biri görse veya babası çıksa oğlana bir şey olmazdı. Kuryeydi ne de olsa, çiçeği kim gönderdi nerden bilsindi. Kız çıkarsa ve oğlanın yüzünü hatırlarsa, (yani oğlan kızı takip ederken, kız oğlanın yüzünü gördüyse) bizim oğlan derdini söyler, ters teperse kaçardı. Eğer ki yüzünü görmediyse, en baştan güzel bir giriş yapardı.

Oğlan tüm ayrıntıları hesaplamıştı fakat hesaba hiç katmadığı bir şey vardı...

Ertesi gün, planını aynen uygulayıp evin kapısını çaldığında kapıyı açan kızdı. Oğlan kızı görünce ayakları tutmayacak gibi olmuş, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hissetmişti. Çünkü kız, geçen gece gördüğü kız değildi...

Oğlan, kızı ilk gördüğü gece kalabalık caddede karıştırıp başka kızın evine gelmişti. Kızın gece giydiği kıyafetle, gündüz giydiğinin farklı olması bu yüzdendi. Saçları o yüzden farklı gelmişti oğlana. O geceden sonra ya arkasından ya da geceleyin uzaktan görmüştü kızı. Bu yüzden de anlayamamıştı salak oğlan.

Yediği dayak, karakolda geçen bir günü, mahallede geçirdiği bir haftası ve cebindeki paralar da boşuna gitmişti.

Bu dünya da her şey olurdu da yanlış kıza  aşık olunur muydu?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAFKAOKUR DERGİSİ GENEL İNCELEME

  Bu incelemeyi Kafkaokur'un farklı, yaklaşık 10 dergisini okuduktan sonra yazıyorum. Dolayısıyla yazdıklarım derginin sadece bu sayısı adına değil, dergi hakkında genel bir incelemedir. 2021 yılında çokça edebiyat dergisi okuma hedefimin başlangıç dergisidir Kafkaokur. Kapaklarındaki sanatçıları anlatan yazıları gerçekten özenle hazırlanmış. Hakkını yiyemem. Kimi sayısını severek okudum, kimi sayısında vakit öldürdüm. Derginin editörü bir blog yazarı ve Kafka hayranıymış. Yayın hayatına büyük bir hevesle başladıkları belli. İlk sayılarıyla güzelde bir çıkış yakaladıktan sonra belli bir kitleye hitap etmeyi başarmışlar. Şimdi de pazarlama teknikleriyle dergiyi ayakta tuttuklarını düşünüyorum: Kapaktan sanatçıyı sakın kaldırma! Bundan birazdan bahsedeceğim. Derginin ilk sayıları -kim ne derse desin- gerçekten tatmin edici. Fakat sayılar ilerledikçe iş farklı bir boyuta ulaşmış: Derginin editörleri hayâllerini gerçekleştirdikten sonra iş ticarete mi döndü, monotonluğa mı sardı yoksa ...

Ayaz (1000kitap Öyküleri)

Yokuşun aşağısında genç bir kadın göründü. Burnu ve yanakları kızarmış, saçları dağılmış, nefes nefese kalmıştı. Sanki yokuşu tırmanmıyordu da Ankara'nın keskin ayazını bedeni ile yarıp ilerliyordu. İçinde kalbinin tam ortasında kaynayarak dalga dalga tüm vücuduna yayılan bir korkuyla, nemli ve iri kara gözleri arkasında kalan dar, karanlık sokağı tarıyordu. Bir eli montunun cebindeki biber gazını sımsıkı kavramıştı. Sokağın karanlık noktalarında bir görünüp bir kaybolan ve duraktan beri onu takip ettiğini düşündüğü adam şimdi görünmüyordu. Yokuşun ortalarına doğru Ankara ayazı artık ciğerlerine öyle bir doluyordu ki bu keskin soğuk ve korkudan dolayı midesi bulanıyordu. Bacakları yorgunluktan birbirine dolanırken bir anda bir el ağzını sertçe kapattı. Yüreği kuş gibi çırpındı. Yay gibi gerilen bedeni kaçmak için debelendi. Can havli ile bağırdı ama ağzını kapatan el öyle sıkıydı ki kulaklarının acıdığını hissetti. İnternette okuduğu haber geldi aklına. Haberde tecavüze uğrayan bir...

Ruh Adam Kitap İncelemesi

Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer! Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın. İlk basımı 1972’de çıkan Atsız’ın ‘Ruh Adam’ eseri, yerli edebiyatımızın kuşkusuz en mükemmel romanlarının başında gelir. Atsız’ın en son romanı olmakla birlikte, üzerinde en çok düşünülmesi gereken kitabıdır ki Atsız’ın bu kitapta yaptığı psikolojik tahliller öylesine derin, öylesine harikadır ki; sırf bunun için bile okunup, incelenmeye değerdir. Ayrıca kitapta yapılan tasvirler, olay örgüsü mükemmel diyebiliriz. Atsız’ın hikayeyi anlatım şekli ve olaylara bakış açısı adeta bizleri kitabın içine çeker. Bu anlattıklarıma, hikayenin güzelliği ve verdiği mesajı da ekleyince nolur? Tabiki de her açıdan dolu ve okuyucuyu doyurabilecek, etkileyici bir başyapıt çıkar ortaya. Atsız bu kitabında kendi ruh halini anlatmıştır desek doğru söylemiş oluruz. Öyle ki; kendi fikirlerini, görüşlerini bir de Selim Pusat’a aktarınca, ortaya çok ilginç bir karakter çıkmış olur. Ah Selim Pusat ah… Romanın baş kahramanı...