Ana içeriğe atla

Çocuk Ruhum (Öykü-Deneme)


Ben, insanların büyüdükçe ruhununda büyüdüğünü sanırdım. Çocuk olmanın, çocukça düşünmenin bir dönem sonra biteceğini ve birden kabumuğuzu kırıp ciddi, olgun bir insan olacağımızı sanırdım. Yaşımız ilerledikçe karşımıza çıkan hayat koşullarının bizi çocukluğumuzdan sıyıracağını ve olgunlaşıp ciddi düşünceler peşinde olacağımızı sanırdım. Ama yanılmışım...


Çocuk olduğumuz zamanlarda saçma saçma oyunlar oynayıp, çocukça hisler taşırdık ruhumuzda. Ben daha o yaşlarda, büyüklerimin hep ciddi işler peşinde olduğunu düşünerek başladım bu yanılgıya. Büyüklerimiz, bizler gibi oyun oynamazlar, eğlenmezler, gezmezler ve ev geçindirirler... Sonrasında kendime sorardım: Acaba büyüdüğümüz zaman bu ruh halimiz değişecek mi? Ama büyüdükçe farkettim ki ruhum hâlâ çocuk. 22 yaşındayım ve çocukluğum ile bugün arasındaki tek fark oyuncaklarla oynamamak. Yine çikolata bağımlısıyım, bilgisayar oyunları oynuyorum, gelecek kaygım yok. Kıyafet almak beni mutlu ediyor ve en önemlisi çocukça şeyler düşünebiliyorum. Ben büyüyorum sanıyordum ama hâlâ çocukça şeyler beni mutlu ediyor. Acaba ruhumuz hep böyle çocuk mu kalacak? 


İnsanın en olgun zamanı 30 yaşı derler ama ben o yaşta hâlâ çocuk kaldım. Evliyim, çok güzel bir eşim var ama ben hâlâ değiştiğimi hissetmiyorum. Hayat gereği bazı rollere büründüm ve bazı sorumluluklarım var biliyorum. Fakat, hep sorumlulukların ardında çocukça kaçamaklar arıyorum. Kendimi mutlu etmeye çalışıyorum. Halısahada futbol oynuyorum, telefondan komik videolar izliyorum ve bunları yaparken çocukluğumda oyuncaklarımla oynarken hissettiğim şeyleri hissediyorum. İnsan hep böyle mi kalacak?


Hayat tüm hızıyla yolunda devam ederken ben 40 yaşın verdiği olgunlukla hâlâ büyümedim. Yaşamın sunduğu zorluklar arkasında hep çocukça kaçamaklar peşindeyim. Bir kızım var, annesi gibi çok güzel. Karşımda tabletiyle oynuyor. Bakıyorum ona... Farkımız sadece bedenlerimiz ve sorumluluklarımız. Kızım tabletiyle oynama hevesinde, ben işe giderken güzel bir müzik keşfetme hevesindeyim. O daha bir çocuk, düşündüğü şeyler: oyun oynamak, çikolata yemek, çizgifilm izlemek. Ama ben ise kocaman bir adamım. Benim büyütmem gereken kızım, bakmam gereken eşim, gitmem gereken işim var. Ama benim de düşündüğüm şeyler kızımın düşündüklerinden çokta farklı değil. Ben kızımı büyütmekten ziyade onunla oynamayı, eşimle doğaya kaçmayı, işimde dedikodu yapıp zamanı geçirmeyi, akşam dizimi izlemeyi düşünüyorum. Demek ki büyümedik çok şükür...


Yıllar su gibi akıp giderken ben galiba büyüdüm. 55 yıllık çocuk hayatımın 25 yılını paylaştığım eşimi kaybettim. Şimdi yaşamın gerektirdiği roller ve sorumluluklar haricinde çocukça şeyler arama isteğim kalmadı. Aslında büyümemişim ben. Yalnızlıktan korkmuşum. Çocukluğumuzda da korktuğumuz, ağladığımız durumlar oluyordu. Mesela, annemin beni komşuya bırakıp işe gitmesiyle aynı hissi yaşıyorum şuan. Annem olmadığında hissettiğim yalnızlığı, korkuyu şimdi de hissediyorum. Annemin çocukken bana verdiği güven duygusunu kaybetmiş gibi hissediyorum. Geriye bir kızım kaldı. Güzel bir düğün yaptık ona. O da gözümün önünde büyüdü. Ama hâlâ çocuk...

Yaşlanıyorum... Bedenim bunu epey belli ediyor ama ruhum daha da çocuklaştı sanki. Canım hep şeker yemek istiyor ama şekerim olduğunu söylüyorlar. 65 yaş üstü olduğum için dolmuşlara ücretsiz biniyorum ve bundan çok keyif alıyorum. Kızım bana çok kızıyor bu sebepten. Sokakta demir bloklara vurarak, kare parkelere tek tek basarak yürümek çok güzel. Bir de şey... Eşimi özlüyorum. Ama az kaldı, gideceğim yanına. Bir ömür geçirdim bu koca yaşlı şişko dünyada ve anladım ki insan hiç büyümüyor. Çocuk ruhlu olarak geldiğimiz dünyadan yine çocuk ruhlu olarak ayrılıyoruz. Büyüyen şeyler bedenlerimizden başka bir şey değil. Yani insan her yaşında çocukmuş. Fakat sevdiğini kaybedince insan, işte o zaman biraz büyüyormuş...

Çocuk kalın.

Yorumlar

  1. Dört anlaşma kitabında okuduğum şu cümleleri hatırlattı bana yazdıklarınız, ''İki yaşındaki bir insanın yüzünde çoğu zaman kocaman bir tebessüm vardır. Bu insan dünyayı keşfediyor ve eğleniyor. Oyun oynamaktan korkmuyor. Canı acıyınca, acıkınca, ihtiyaçları karşılanmadığında korku duyuyor ama bu insan geçmiş ve gelecekle ilgilenmiyor. Sadece anda yaşıyor.
    Çok küçük bir çocuk duygularını ifade etmekten çekinmez. Sevgiyi hissettiğinde sevginin içinde erir ve sevmekten korkmaz. Bu tanım sağlıklı bir insanın tanımıdır."
    Çocukça kalalım...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Katkınız ile öyküyü renklendirdiğiniz için teşekkür ederim. Hangi yazarın kitabıydı bu acaba?

      Sil
    2. Rica ederim , don miguel ruiz yazarın adı

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAFKAOKUR DERGİSİ GENEL İNCELEME

  Bu incelemeyi Kafkaokur'un farklı, yaklaşık 10 dergisini okuduktan sonra yazıyorum. Dolayısıyla yazdıklarım derginin sadece bu sayısı adına değil, dergi hakkında genel bir incelemedir. 2021 yılında çokça edebiyat dergisi okuma hedefimin başlangıç dergisidir Kafkaokur. Kapaklarındaki sanatçıları anlatan yazıları gerçekten özenle hazırlanmış. Hakkını yiyemem. Kimi sayısını severek okudum, kimi sayısında vakit öldürdüm. Derginin editörü bir blog yazarı ve Kafka hayranıymış. Yayın hayatına büyük bir hevesle başladıkları belli. İlk sayılarıyla güzelde bir çıkış yakaladıktan sonra belli bir kitleye hitap etmeyi başarmışlar. Şimdi de pazarlama teknikleriyle dergiyi ayakta tuttuklarını düşünüyorum: Kapaktan sanatçıyı sakın kaldırma! Bundan birazdan bahsedeceğim. Derginin ilk sayıları -kim ne derse desin- gerçekten tatmin edici. Fakat sayılar ilerledikçe iş farklı bir boyuta ulaşmış: Derginin editörleri hayâllerini gerçekleştirdikten sonra iş ticarete mi döndü, monotonluğa mı sardı yoksa ...

Ayaz (1000kitap Öyküleri)

Yokuşun aşağısında genç bir kadın göründü. Burnu ve yanakları kızarmış, saçları dağılmış, nefes nefese kalmıştı. Sanki yokuşu tırmanmıyordu da Ankara'nın keskin ayazını bedeni ile yarıp ilerliyordu. İçinde kalbinin tam ortasında kaynayarak dalga dalga tüm vücuduna yayılan bir korkuyla, nemli ve iri kara gözleri arkasında kalan dar, karanlık sokağı tarıyordu. Bir eli montunun cebindeki biber gazını sımsıkı kavramıştı. Sokağın karanlık noktalarında bir görünüp bir kaybolan ve duraktan beri onu takip ettiğini düşündüğü adam şimdi görünmüyordu. Yokuşun ortalarına doğru Ankara ayazı artık ciğerlerine öyle bir doluyordu ki bu keskin soğuk ve korkudan dolayı midesi bulanıyordu. Bacakları yorgunluktan birbirine dolanırken bir anda bir el ağzını sertçe kapattı. Yüreği kuş gibi çırpındı. Yay gibi gerilen bedeni kaçmak için debelendi. Can havli ile bağırdı ama ağzını kapatan el öyle sıkıydı ki kulaklarının acıdığını hissetti. İnternette okuduğu haber geldi aklına. Haberde tecavüze uğrayan bir...

Benim Gözümden Atsız

Hüseyin Nihal Atsız'ı kuşkusuz hepiniz duymuşsunuzdur. Onun bende yeri çok farklıdır. Bu vesileyle ilk blog yazım ''benim gözümden Atsız'' olsun istedim. Toplumumuzda yazarlara önyargılı olmak ve bilmediği hâlde yazara çamur atmak gibi bir ata sporumuz var. Bu önyargılar sayesinde Atsız'ı tanıyamayan kitap okurlarımıza, onu kendi gözümden anlatmaya çalışacağım. •Küçük bir tavsiyeyle birlikte açılışı yapalım. Kitap okurları olarak hepimiz   doğal olarak farklı farklı yazarları okuyoruz. Şüphesiz her yazar, yaşadıklarını ve çevresinden etkilendiklerini kitaplarına yansıtır. Dolayısıyla onun çektiği acıları, aşkını, mutluluğunu ya da üzüntüsünü kitaplarında bulabilirsiniz. Tavsiyeme gelirsek; Kitabını okuduğunuz yazarın kendisini de tanırsanız çok daha farklı bir bakış açısıyla kitabı okursunuz. Bunun bende ki en büyük örneği Atsız'dır. Atsız'ın kitapları beni her zaman çok etkilemiştir. Eğer onu tanımasaydım bu kadar etkilenmezdim. Şim...