Ana içeriğe atla

Zihinsel Kuşatma


 Müslüman olduğumuzdan bugüne değin bir savaş içinde olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Savaş hep aynıdır fakat ismi zamanla değişir. Büyük Selçuklu Devleti zamanında bizi kılıçla, okla yenemeyeceklerini anlayınca bize karşı sadece coğrafi kuşatmanın yeterli olmayacağını anlayıp zihinsel kuşatmanın da   ilk adımlarını atmaya başladılar. Haçlı seferleri ile başlayan bu zihinsel ve coğrafi kuşatmayı hala sonlandırmış değiller. Hatta aksine çok daha güçlü bir haldeler. Savaş bitmemiş, sadece şekil değiştirmiştir. O zamanki göğüs göğüse kuşatmalar bugün yerini dizilere, filmlere, internete bırakmıştır.


 Her geçen gün giyimimizden konuşmamıza, yediğimizden içtiğimize kadar her şey şekil değiştirmektedir. Bunun adı moda olsun, teknoloji olsun farketmez. Bununla birlikte sürekli bir kuşak çatışması içerisindeyiz. Z kuşağı Y kuşağından hep farklıdır ve Y kuşağı için anlaşılmazdır. Bunun bir çok sebebi vardır: Televizyon ve internet çatısı altında diziler, filmler, sosyal medyalar, şarkılar... gibi sıralayabiliriz. Çok basit değil mi? Bunlar kötü insanların elinde olursa bunları takip eden nesil kötü yetişir. Bizi neye alıştırmak istiyorlarsa ona alışırız. Tıpkı dizi-film sektörünün televizyonda her akşam bize seks sahnelerini yavaş yavaş alıştırdıkları gibi. Yada mübarek Şaban ayının yıllarca "inek Şaban" olarak bize empoze ettikleri gibi. Biliyor musunuz, Türkiye İstatistik Kurumuna göre 1960 yılında 3365 bebeğe Şaban ismi verilirken 70'li yıllarda bu rakam 1642, 80'lerde ise 1289 olmuştur. 2008 yılında ise sadece 225 bebeğe Şaban ismi verilmiştir. Tabii bunun yanında Şaban ismini değiştirmek için başvuranlarda var. Bu isim o yıllarda Şaban olduysa, bu yıllarda da Recep İvedik olmuştur. Bilindiği üzere Recep'te mübarek aydır fakat filmde insan-hayvan karışımı bir varlığın adı Recep ve biz onun her türlü şarlatanlığına gülüyoruz. Bende sizden farklı değilim. Bende gülüyorum. Biz nasıl bu hale geldik, onu sorguluyorum. 


Çeyrek asır veya yarım asır yaşayan bireyler bir düşünsünler. Çok değil, bundan 5-10 sene önce böyle miydi? Zina yapan, alkol alan, haram yiyen, cinayet işleyen insanlar elbetteki vardı ama böyle ulu orta ve bu kadar çok muydu? Akşamları haberleri açtığınızda gördüğünüz cinayet haberlerinden bıkmadınız mı? Sosyal medyayı açtığınızda gençlerin eğlence mekanlarında alkol masasını gururla çekip attığını, bir başka kızla sonrası zina olacak dans videosunu nasılda çoşkuyla attığını görmediniz mi? Yılbaşı gecesinde nerede eğlenelim, içelim diye, daha on gün öncesinden programlar yapmaya başlayan nesli görmemek mümkün mü? İşte bu zihniyette olan müslüman birey kendine bu tutumları yakıştırabilir mi? İşte yakıştıramayan bir kesim var ki, zamanla imanıda kalmamış. İşte onların bazılarının bir kaçış yolu var: Deizm.


 Bir gün işyerinden bir arkadaşım bana 'deist' olduğunu söylüyor. Yani, onun için bir yaratıcı varmış ama din, peygamber, kitap yokmuş. Bakıyorum, bu arkadaşım zaten dinin yasakladığı her şeyi sıkıntı çekmeden yapıyor. Anladığım kadarıyla, müslüman olsa bunları gönül rahatlığıyla yapamayacak. Aslında yapacak olan her türlü yapar fakat tek sıkıntısı kendi özüyle, geçmişiyle hesaplaşamamak. Çünkü müslüman bireye böyle tutumlar yakışmaz. Ama bu işin kolayını da bize sundular: Deizm. "Siz yeter ki müslümanlıktan çıkın ve her türlü pisliğe bulaşın, biz sizin işinize gelecek yeni bir din bile buluruz." Deizm... Yani, bir yaratıcı bizi yaratmış ve "ne haliniz varsa görün," demiş(!) Onların kolayına geldiği için onlara göre böyle bir tanım çıkıyor ortaya. Ne de olsa minareyi çalan kılıfını hazırlar. İnşallah bizler minarelerimizden mahrum olmayalım.


 Ben kuşatmanın sadece bir kısmından bahsettim. Yapılan bu zihinsel kuşatmaya sadece yüzeysel bir giriş yaptım. Geriye kalan boşlukları araştırıp kendiniz doldurmanız dileğiyle yazıyı sonlandırıyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAFKAOKUR DERGİSİ GENEL İNCELEME

  Bu incelemeyi Kafkaokur'un farklı, yaklaşık 10 dergisini okuduktan sonra yazıyorum. Dolayısıyla yazdıklarım derginin sadece bu sayısı adına değil, dergi hakkında genel bir incelemedir. 2021 yılında çokça edebiyat dergisi okuma hedefimin başlangıç dergisidir Kafkaokur. Kapaklarındaki sanatçıları anlatan yazıları gerçekten özenle hazırlanmış. Hakkını yiyemem. Kimi sayısını severek okudum, kimi sayısında vakit öldürdüm. Derginin editörü bir blog yazarı ve Kafka hayranıymış. Yayın hayatına büyük bir hevesle başladıkları belli. İlk sayılarıyla güzelde bir çıkış yakaladıktan sonra belli bir kitleye hitap etmeyi başarmışlar. Şimdi de pazarlama teknikleriyle dergiyi ayakta tuttuklarını düşünüyorum: Kapaktan sanatçıyı sakın kaldırma! Bundan birazdan bahsedeceğim. Derginin ilk sayıları -kim ne derse desin- gerçekten tatmin edici. Fakat sayılar ilerledikçe iş farklı bir boyuta ulaşmış: Derginin editörleri hayâllerini gerçekleştirdikten sonra iş ticarete mi döndü, monotonluğa mı sardı yoksa ...

Ayaz (1000kitap Öyküleri)

Yokuşun aşağısında genç bir kadın göründü. Burnu ve yanakları kızarmış, saçları dağılmış, nefes nefese kalmıştı. Sanki yokuşu tırmanmıyordu da Ankara'nın keskin ayazını bedeni ile yarıp ilerliyordu. İçinde kalbinin tam ortasında kaynayarak dalga dalga tüm vücuduna yayılan bir korkuyla, nemli ve iri kara gözleri arkasında kalan dar, karanlık sokağı tarıyordu. Bir eli montunun cebindeki biber gazını sımsıkı kavramıştı. Sokağın karanlık noktalarında bir görünüp bir kaybolan ve duraktan beri onu takip ettiğini düşündüğü adam şimdi görünmüyordu. Yokuşun ortalarına doğru Ankara ayazı artık ciğerlerine öyle bir doluyordu ki bu keskin soğuk ve korkudan dolayı midesi bulanıyordu. Bacakları yorgunluktan birbirine dolanırken bir anda bir el ağzını sertçe kapattı. Yüreği kuş gibi çırpındı. Yay gibi gerilen bedeni kaçmak için debelendi. Can havli ile bağırdı ama ağzını kapatan el öyle sıkıydı ki kulaklarının acıdığını hissetti. İnternette okuduğu haber geldi aklına. Haberde tecavüze uğrayan bir...

Ruh Adam Kitap İncelemesi

Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer! Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın. İlk basımı 1972’de çıkan Atsız’ın ‘Ruh Adam’ eseri, yerli edebiyatımızın kuşkusuz en mükemmel romanlarının başında gelir. Atsız’ın en son romanı olmakla birlikte, üzerinde en çok düşünülmesi gereken kitabıdır ki Atsız’ın bu kitapta yaptığı psikolojik tahliller öylesine derin, öylesine harikadır ki; sırf bunun için bile okunup, incelenmeye değerdir. Ayrıca kitapta yapılan tasvirler, olay örgüsü mükemmel diyebiliriz. Atsız’ın hikayeyi anlatım şekli ve olaylara bakış açısı adeta bizleri kitabın içine çeker. Bu anlattıklarıma, hikayenin güzelliği ve verdiği mesajı da ekleyince nolur? Tabiki de her açıdan dolu ve okuyucuyu doyurabilecek, etkileyici bir başyapıt çıkar ortaya. Atsız bu kitabında kendi ruh halini anlatmıştır desek doğru söylemiş oluruz. Öyle ki; kendi fikirlerini, görüşlerini bir de Selim Pusat’a aktarınca, ortaya çok ilginç bir karakter çıkmış olur. Ah Selim Pusat ah… Romanın baş kahramanı...