Günün birinde, yaşadığım bu sıradan hayattan sıyrılıp güzel bir hayat yaşayacağımı umut ederek geçirdim 25 yılımı. Bir dönüm noktası var, evet. Bir şey olacak ve ben şuan olduğum benden çok başka bir ben olacağım. Çünkü her sabah uyandığımda işe gitmek için temiz yatağımdan kalkıp kir pas içinde geçirdiğim 8 saatlik mesai sonrasında, adeta bir ruh gibi eve dönmekten bıktım. Yaşadığım bu hayat bedenime hapsettiğim ruhuma hiç uygun değil. Öyle bir tezatlık içinde yaşıyorum ki çevremdeki insanlar yazdığım yazılara hiç şaşırmıyor bile. Sanayide kir pas içinde çalışan bir insanın bu kadar çok okuyup yazması kimseye tuhaf gelmiyor. Aslında kimseyi ilgilendirmiyor. Peki, benim burada ne işim var? Yaşadığım bu hayat sanki abisinin paltosunu giymiş çocuk gibi üstümde emanet duruyor. Duygularım, düşüncelerim, hislerim, yeteneklerim, isteklerim ve zevklerim hayatımla hiç uyuşmuyor. Acaba, diyorum bazen; başka bir şehirde doğsam yine böyle mi olurdu. Aslında deniz yok burada, belki ondandır. Ya İstanbul? Deniz olan yerde sanat olur bir kere... Sanat olan yerde kültür vardır. Kültürün de olduğu yerde insanların dertleri, sohbetleri de bir başka olur. Peki ben neredeyim? Biliyorsunuz işte, sanayi...
Beni ayakta tutan tek şeyin kendimi avutmak olduğu gerçeğini kendime söylemeye utanıyorum: Hayallerim var benim diyorum kendime. Beni bu hayattan çekip kurtaracak 25 yılımı emanet ettiğim hayallerim. Öyle büyük hayallerde değil hani. Olsun, küçük olsun. O zaman gerçekleşme ihtimali daha büyük olur bence.
İsyan değil benimkisi. Çok şükür halimize. Ama birileri bir yerlerde bizim hayalimizi yaşıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder