Kitapların yasak olduğu, itfaiyecilerin kitap yaktığı, insanlığın olmadığı bir dünya...
Fahrenheit 451; çok sevdiğim bir kitap olmakla beraber, çok dolu ve çok özgün bir kitaptır. Felsefe kitapları dışında da, okurken düşündüren kitaplara ilgim her zaman çok olmuştur. Fakat Fahrenheit 451, düşünmekten de öte çok kafa yorduğum bir kitaptır. Dolayısıyla bende yeri çok farklıdır.
Bir kitabı okurken; üzerine düşünüp, kafa yorduğunuz taktirde, o kitap size gerçekten fayda etmiş demektir. Fahrenheit 451 de bu kitapların başında gelir.
Kitabın oldukça özgün ve çarpıcı bir konusu bulunmakta: Totariter bir rejimin çarpıcı yönetim şekli vardır. Bizlere, kitap okumanın ve evde bulundurmanın yasak olduğu bir dünya sunulur. Ayrıca itfaiyecilerin görevi yangın söndürmek değil, kitap yakmaktır. Böyle bir dünyada hâliyle sosyal hayat, iletişim, eğitim ne durumda olabilir? Tabi ki içler acısı... Peki, bu yasaklı dünyada biri çıkıp sisteme karşı çıkmaya kalksa nolur? İşte hikâye burda başlıyor. 10 yıldır itfaiyeci olan Guy Montag ve televizyon bağımlısı olan karısının öyküsünü anlatmaktadır. damın kendini bulma çabasını anlatıyor. Guy Montag'ın yolda bir genç kızla tanışıp fikirlerini duymasıyla hayatı değişir...
Bilgisiz, cahil bir toplum her zaman daha kolay yönetilir. Fahrenheit 451'de ki devlet; İnsanları bilgisiz ve cahil yapmak için kitapların yakılması ve yasaklanması yöntemi kullanmıştır. Bunun yanında; evlerinde ki dev ekranlarda sadece devletin yayınladığı dizilerle, insanları tamamen uyutmuştur.
Kitapta; iletişim bozukluğu, kısıtlı özgürlük, yasaklar, insanlık, olmayan sosyal hayat, devlet baskısı, korku gibi bir çok ustaca tasvir vardır. Bradbury amcanın bu kitabı sadece bir haftada yazdığını da varsayarak böyle bir eser ortaya koyması takdir edicidir.
Hikâye, durağan şekilde ilerler ve vurdu-kırdılı bir aksiyon kitabı değildir. Hâliyle, kitabı bu konuda (durağan olduğu için) eleştirenler olmuş fakat bir kitabı sadece heyecanı veya aksiyonu için okumamalı. Ayrıca, anlatım tarzı ve kurgusuyla gayette merakla okuyacağınız bir kitap.
Bradbury amca; kitap yakanlarla kitap okumayanlar arasında tasvirsel bir bağ kurup, her iki grubun da totariter yönetim tarafından yönetileceğini vurgulamak istemiştir desek, doğru olur umarım. Yani, "Okumazsanız, yönetilirsiniz." demek istiyor bizlere.
Kitabı okuyanlar hâliyle; sisteme, devlete bir sitem niteliğinde yazıldığını düşünür fakat Ray Bradbury amca 87 yaşında yaptığı bir açıklamada; bu kitabı televizyonlara karşı bir tepki olarak yazdığını, bilindiğin aksine devlete karşı bir tepki olarak yazmadığını söyler. Bradbury amcanın bu söylediği, kitabın anlattıklarıyla çelişkili olsada son yorumu her zaman okuyucu verecektir.
Ray Bradbury bu kitabı maddi sıkıntılar içerisindeyken; tesadüf eseri kiralık bir daktiloyla, yalnızca bir haftada yazmıştır. Kitabına isim ararken, itfaiye servisinden kağıdın tutuşma derecesini öğrenip, kitabın ismi yapmaya uygun görmüştür. Anlayacağınız üzere 'Fahrenheit 451' kağıdın tutuşma derecesidir.
Acaba bizlerde bu kitapta olduğu gibi uyutuluyor muyuz? Çok sevdiğimiz ve mutluluk duyduğumuz işleri yaparken acaba kendi kuyumuzu mu kazıyoruz? Bir sistemin içindeyiz de farkında olamıyor, olabilir miyiz? Yukarıda da söylediğim gibi; en son kararı her okuyucu verir. Fahrenheit 451'i okuduktan sonra sizlerde kendi kararınızı verirsiniz.
Saygılarımla.
Emeğine sağlık yorum çok güzel olmuş. :) Kitabı okumadım ama bir arkadaşa hediye olarak almıştım. :)
YanıtlaSilBence şu an ki zamanda yakılmadan yok oluyor kitaplar. Okumuyor insanlar, o kadar acizler ki okumaktan. Böyle devam ederse zaten yönetilecek okumayanlar. Teknoloji çağındayız zaten her şey el altında kitap almak ve bulmak çok kolaylaştı ama hala daha okunmuyor. Bu çok üzücü
Doğru söylediniz, kitap bununla alakalı çok güzel mesajlar veriyor. Bence sizde okumalısınız. Yorumunuz için teşekkür ederim 😇
Sil